17 Nisan 2010 Cumartesi

İSLAM DÜNYASI'NIN KANAYAN YARASI: KEŞMİR

KASIM 2000

Asya kıtası 20. yüzyıl boyunca çok şiddetli savaşlara, iç çatışmalara ve pek çok terör olayına sahne oldu. Rusya'da, Türki Cumhuriyetler'de, Ortadoğu'da, Çin'de, Vietnam'da, Hindistan'da, Pakistan'da ve Keşmir'de yaşanan savaşlarda milyonlarca insan yaşamını yitirdi ve milyonlarcası yaralandı, sakat kaldı. Keşmir de 20. yüzyılın ikinci yarısını çatışmalarla geçirdi. Dünyanın sayısız doğa güzelliklerine sahip olan Keşmir halkı, yaklaşık 50 yıldır barışı, huzuru ve istikrarı yaşayamadı. Bunun nedeni sadece Hindistan yönetiminin baskıları değildi. Keşmir altın, zümrüt ve yakut madenleri bakımından dünyanın en önemli bölgelerinin başında geliyor. Ve Hindistan'ın işgali altında bulunan bölge yüksek dağların üstünde olduğu için tüm bölgeyi rahatlıkla kontrolü altına alıyor. İşte sahip olduğu bu stratejik önem ve yeraltı zenginlikleri nedeniyle Keşmir pek çok ülkenin dikkatini çekiyor. Ancak Keşmir üzerinde yıllardır süregelen -ve İngiltere, Hindistan, ABD, İsrail, Rusya, Çin gibi ülkelerin başrol oynadıkları- bu büyük oyunu anlayabilmek için, öncelikle bölge üzerinde etkin olan ülkeler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.
Keşmir Üzerinde Oynanan Oyunlar
Hint yarımadası, II. Dünya Savaşı'nın sonuna dek İngiliz egemenliği altındaydı. Sömürgeciler alt kıtayı terk ettiklerinde ise Hintli Müslümanlar Hindular'dan ayrı bir devlete sahip olmayı istediler ve Pakistan'ı kurdular. Pakistan ve Hindistan arasında nüfus mübadelesi yapıldı; Hindistan sınırları içinde yaşayan çok sayıda Müslüman Pakistan'a göç etti. Ancak nüfusunun ezici çoğunluğu Müslümanlardan oluşan Jammu/Keşmir eyaleti, Hint yönetiminin oyunları ve İngilizlerin de desteğiyle Hindistan egemenliğinde kaldı. O tarihten bu yana Keşmir, İslam dünyasının kanayan yaralarından birisidir.
Keşmirli Müslümanlar Hint yönetimine direnmek ve bağımsızlıklarını kazanmak istediler. Buna karşın Hint güçleri tarafından, ülkede 1947, 1965, 1971 yıllarında üç büyük katliam gerçekleştirildi. On binlerce Keşmirli Müslüman öldürüldü, kadınlara tecavüz edildi, İslami eğitim veren okullar kapatıldı. Keşmir'de şimdiye dek 4.000'den fazla kadın işkenceye ve tecavüze uğradı.(1) 1990 yılından bu yana ise Keşmir'deki soykırım ve asimilasyon hareketi en acımasız şeklini aldı. On binlerce kişi öldürüldü, insanlar sebepsiz yere gözaltına alınıp, işkence altında hayatlarını yitirdiler. Evler kundaklandı, savunmasız insanlara türlü baskılar uygulandı, gazete ve okullar kapatıldı. Hint yönetimi sadece silahlı saldırılara başvurmakla da yetinmedi. İşgal ettiği yerlere çeşitli barajlar yaptı. Tarım için kullanacağını açıkladığı bu barajları da Keşmirli Müslümanlara işkence amaçlı kullandı. Barajları ağzına kadar su doldurup, muson yağmurları ile birlikte kapakları birden açarak, bölgenin aşağı kesimlerinde bulunan özgür Keşmir ve Pakistan'ı sular altında bıraktı. Bunların sonucunda binlerce insan hayatını yitirdi ve çok büyük maddi hasarlara neden oldu.
Hindistan'ın bölgedeki İslam varlığına yönelik saldırılar hiç hızını kesmeden yıllardır devam ediyor. 1993 yılı Ekim ayında Keşmir'in başkenti Sirinagar'da Hazratbal Cami'sine karşı büyük bir saldırı gerçekleştirildi. Hindistan makamlarının, Müslümanların askeri karargahı olarak nitelendirdikleri Hazratbal Camisi yaklaşık bir ay süre ile kuşatıldı. Kuşatma sırasında yüzden fazla insan öldürüldü. 300 masum insan tutuklandı. Kentin elektrik ve suyu kesildi. Olaylar üzerine başkent Sirinagar ve birçok şehirde protesto eylemleri gerçekleştirildi.
Hindistan'ın Keşmir'de bu denli büyük bir baskı politikasını elli yılı aşkın bir süredir rahatlıkla sürdürebilmesi, Batı'daki bazı çevrelerden aldığı açık ve kapalı desteğin bir sonucudur. Keşmir'deki Müslümanlar, Birleşmiş Milletler'in hiçbir güvenilirliği olmayan kararları sonucunda Hinduların baskıcı yönetimine terk edilmişlerdir. Nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan Keşmir'in bağımsız olma çabası ve Pakistan'ın buna verdiği haklı destek, Batı'nın politikası ile baltalanmıştır.
Bu noktada ABD'nin Keşmir politikası kuşkusuz son derece önemlidir. Soğuk Savaş boyunca Pakistan bir Amerikan müttefiğiydi. Hindistan ise Bağlantısızlar blokuna dahildi, hatta kimi zaman Sovyetler Birliği ile de yakın ilişkiler kurmuştu. Bu durumda ABD'nin, hem Pakistan'ın haklılığı hem de müttefiklik ilişkisi nedeniyle, Keşmir sorununda Pakistan'ın yanında yer alması gerekirdi. Oysa öyle olmadı.
Keşmir nedeniyle Pakistan ve Hindistan arasında çıkan iki savaşta da Amerikan politikası, Keşmir'deki statükonun korunması yönünde oldu. Amerikalı siyaset bilimci William J. Barnds, India, Pakistan and the Great Powers (Hindistan, Pakistan ve Büyük Güçler) adlı kitabında ABD'nin politikasını ayrıntılarıyla anlatıyor. Amerika'nın Keşmir konusunda hiçbir zaman Hindistan'a baskı yapmadığını bildiren Barnds, Amerika'nın Hindistan'la olan askeri ilişkilerini ve silah yardımlarını da aktarıyor. Buna göre, ABD, aynı blokta olmamasına karşın Hindistan'ı desteklemiş, Pakistan'ı ise Keşmir konusunda uyarmış ve "fazla ileri gitmemesini" istemişti. Eğer "ileri giderse", yani Keşmir'i Hindistan işgalinden kurtarmaya kalkarsa, Pakistan'a yapılan tüm Amerikan yardımı kesilecekti.(2)
Nitekim ABD bu tehdidini gerçekleştirmiş ve 1965 yılındaki Pakistan-Hint savaşı sırasında Pakistan'a silah ambargosu koymuştu. Gerçi Hindistan da ambargo kapsamına alınmıştı, ama ambargo tamamen Pakistan aleyhineydi: William J. Barnds'ın durumu şöyle açıklıyor:
Keşmir'de savaş başladığında Pakistan'lılar ABD'ye çok kızgındılar. Hem saldırgan Hindistan'a karşı kendilerini desteklemediği için, hem de çatışmalar başlar başlamaz bölgeye koyduğu silah ambargosu için. ABD'nin koyduğu ambargo gerçekten de Pakistan'ın aleyhineydi. Çünkü Pakistan ABD dışında hiçbir yerden silah alamazdı. Oysa Hindistan'ın silah alabileceği pek çok kaynak vardı.(3)
Barnds, ABD politikasının Pakistan'ı nasıl zor durumda bıraktığını da şöyle anlatıyor:
Savaşın ilerleyen dönemlerinde Hindistan, sonrada Pakistan olası ateşkese sıcak bakmaya başladılar. Pakistan, BM Güvenlik Konseyi dışında hareket edebilmek için aradığı İngiliz ve ABD desteğini bulamamıştı. Bunun ötesinde askeri durumu gittikçe kötüye gidiyordu. Zaten ABD, Pakistan'a hiçbir zaman Keşmir'i Hindistan'dan alabilmek için gereken silahı vermemişti. Pakistan'ın silah açığı onu zor durumda bırakıyordu.(4)
Amerika'nın ve BM'in politikası daha sonraki dönemde de değişmemiştir. Yıllar boyunca Pakistan Keşmir'i alabilmek için elinden gelen herşeyi yapmıştır. Fakat bunların hiçbiri başarıya ulaşmamıştır. Hindistan ise mevcut statükodan son derece memnundur. Batılı güçlerin yaptığı ise statükonun devamını sağlamaktır.
Batı ve özellikle de Amerikan büyük medyası Hindistan'ın yanındadır. Büyük Amerikan gazeteleri Keşmir'deki vahşete hemen hiç değinmezler. Değindiklerinde ise olayı "Hindistan'a ait bir bölgedeki iç isyanın bastırılması" havasında sunarlar. Örneğin New York Times, 22 Ocak 1990 tarihli sayısında Pakistan'ı Keşmir'deki "ayrılıkçı" Müslüman grupları destekleyerek "ülkedeki istikrarı bozmak"la suçlayan bir yorum yayınlamış ve Pakistanlılar'ın büyük tepkisini almıştı. Batı medyasında ve hatta onların başka ülkelerdeki benzerlerinde de bu tür yorumlara rastlamak mümkündür.
Son yıllarda ise Keşmir'deki baskı ve işkence politikası daha da artmıştır. Keşmir'deki Hint yönetimi baskı ve asimilasyonu şiddetlendirmiştir. Bir de hükümetin kontrol edemediğini söylediği, oysa aralarındaki anlaşmazlığın "danışıklı" olduğu herkesçe bilinen "fanatik Hindu örgütleri" vardır ve bunlar, Babür Şah Camisi katliamında olduğu gibi doğrudan Keşmirli Müslümanların imhasını hedeflemektedirler. Peki bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Acaba neden Amerika ve onun paralelindeki BM gibi Batılı güçler Keşmir'i Hindistan baskısı altında bırakmayı, Hint terörüne destek olmayı ısrarla sürdürmektedirler?
İsrail Lobisi'nden Hindulara Destek
Bu üstteki sorunun cevabını vermeden önce bir noktayı hatırlamak gerekir: Amerikan sisteminde farklı dış politika yaklaşımlarını savunan farklı ekoller vardır. Dolayısıyla Amerika'nın Keşmir politikası, tüm Amerikan sisteminin ortak politikası olarak görülemez. Bu yüzden de Amerika'nın Keşmir'de Hindistan yanlısı bir tutum izlemesinin anlamı, Hindistan yanlısı tutum izlemeyi savunan güçlerin (strateji kurumları, lobiler, Dışişleri uzmanları gibi) Amerikan dış politikasını yönlendirmekte olduğudur. Kısacası, Amerika'da Keşmir aleyhtarı ve Hindistan yanlısı bir "lobi" olduğunu söyleyebiliriz. Oysa Amerika'da Hintlilerin kurduğu kayda değer bir "Hint lobisi" yoktur ki...
İşte Keşmir politikasının anahtarı buradadır: Evet, Amerika'da bir "Hint lobisi" yoktur, ancak çok güçlü bir "İsrail lobisi" vardır. Ve bu lobi, Keşmir'e karşı sonuna kadar Hindistan'ın yanındadır!... Hindularla İsrailliler arasında stratejik bir ittifakın yanısıra, manevi bir ittifak da bulunmaktaydı. İsraillilerin Siyon yıldızı, Hindular tarafından kutsal sayılıyordu. Bu ayrıntı, aralarındaki bağı daha da güçlendirmekteydi.
Washington Report on Middle East Affairs dergisi, Ocak 1994 sayısında Yahudi lobisi ve radikal Hindu grupları arasındaki işbirliğiyle ilgili uzun bir araştırma yayınladı. Yazıda, yahudi lobisiyle Hindular, özellikle de Keşmir'deki Müslüman katliamının baş sorumlusu olan radikal Hindu örgütleri arasında tam bir "ittifak" oluşturulduğu yorumu yapılıyordu.
Washington Report, söz konusu haberinde Hindistan'da gittikçe güçlenen Hindutva hareketine dikkat çekiyordu. Hindu radikalizminin temsilcisi olan hareket, tam bir dini fanatizme ve Müslüman düşmanlığına dayanıyordu. Hindutva'nın önemli bir özelliği ise Amerika'da da bazı uzantılarının olmasıydı. Washington'da üslenmiş olan BJP, RSS, VHP-World Hindu Council, FISI gibi Hindu örgütleri, Hindistan'daki radikal Hindulara destek vermeye çalışıyorlardı. Haberde bu Hindu örgütlerinin gerçekten de son dönemlerde etki sahibi oldukları yazılıydı. Bunun nedeni ise Hindu örgütlerinin Washington'daki en büyük güç olan yahudi lobisiyle ittifak yapmalarıydı. Washington Report, BJP-RSS-VHP gibi Hindu örgütlerinin "bir Hindu-Siyonist ittifakı" kurma yolunda oldukları yorumunu yapıyordu.
Söz konusu örgütler, Keşmir'de ve genel olarak tüm alt-kıtada Müslümanlara yapılan saldırıların sorumlularıydılar. Bu örgütler, Hindistan'daki en saldırgan Hindu örgütü olan Shiv Sena ("Shiva'nın Ordusu"; Shiva Hindu dininde "yok etme tanrısı" olarak kabul edilir) ile çok yakın bağlantı içindeydiler. Bu gruplar, Müslüman camilerine, Bombay'daki ve tüm Hindistan'daki Müslüman topluluklarına yapılan saldırıları organize ediyorlardı. RSS'nin önde gelenlerinden Guru M. S. Golwakar, bir keresinde "Adolf Hitler'in uyguladığı ırk temizliği programının aynısının Hindistan'da da başta Müslümanlar olmak üzere Hıristiyanlar, Budistler ve Sihlere de uygulanmasını" istemişti. İşte Hitler'e imrenecek kadar faşist olan bu Hindu örgütleri İsrail Devleti'yle çok samimiydiler. Washington Report, aynı Hindu gruplarının, Şimon Peres'in 17 Mayıs 1993'te Hindistan'a yaptığı ziyaret sırasında Peres'le en yakın bağlantı kuran gruplar olduğuna dikkat çekiyordu. Radikal Hindu örgütleri ile İsrail arasındaki yakınlaşmaya Washington'da yayınlanan The Times of India gazetesi de dikkat çekmişti.
Washington Report, BJP-RSS-VHP liderlerinin İsrail'e ve İsrail lobisine olan hayranlıklarını açıkça ifade etmelerini de vurguluyordu. Örneğin ABD'deki Hindu örgütlerinin liderlerinden biri olan Tiwari, "yahudi lobisi gerçekten de çok yetenekli ve güçlü, buradaki sistemin nasıl işlediğini çok iyi biliyorlar. Hindistan'ın çıkarları için de şimdiye kadar çok şey yaptılar" diyerek lobiye olan minnettarlığını vurgulamıştı. Tiwari ayrıca "bizim lobi çalışmalarımız çok zayıf. Ama her ihtiyacımız olduğunda İsrail lobisinden yardım istiyoruz. Bizi şimdiye kadar hiç geri çevirmediler" demişti. Washington Report, yahudi lobisinin Hindulara destek olmak için bazı think-tank'leri de devreye soktuğunu yazıyor ve bunların başında Morton Abramowitz'in yönettiği Carnegie Endowment'ın geldiğini bildiriyordu. Haberde ayrıca Şimon Peres'in Hindistan ziyareti sırasında söylediği "Pakistan'ın terörist devlet ilan edilmesi için size destek vereceğiz" sözü de hatırlatılmıştı.
Hindular ve İsrail arasındaki bu yakınlaşma, doğrudan Amerika'yı etkilemiş ve ABD, Yahudi Devleti'nin güdümünde Hindistan'ı müttefik edinmeye başlamıştı. 2000'e Doğru da konuya değinmiş ve şu bilgileri vermişti:
ABD hedef tahtasına koyacağı ülkeleri artık önce uyuşturucu kaçakçılığıyla suçluyor. Pakistan'ın atom bombası programından uzun süredir rahatsız olan ABD, bu ülkeyi uzun süredir uyuşturucu kaçakçılığıyla ilişkilendirmeye çalışıyor. Pakistan'dan giderek uzaklaşan ABD Hindistan'a yaklaşıyor ve iki ülke arasındaki sorunlarda Hindistan'dan yana tavır koymaya başlıyor. Yeniden yapılandırılacak olan BM Güvenlik Konseyi'nde Hindistan'a daimi üyelik verileceği söylentileri dolaşmaya başladı. ABD bu çerçevede Pakistan'ın, Hindistan'da meydana gelen olaylarda Müslümanları desteklediği iddialarını ortaya atıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı bu türden yardımları sürdürdüğü takdirde Pakistan'ı terörist ülke ilan edeceğini, Küba, Kuzey Kore, İran, Irak, Libya ve Suriye'nin bulunduğu listeye dahil edeceğini açıkladı�(5)
Yahudi-Hindu ittifakı aslında daha da kapsamlıdır. Üstte incelediğimiz bilgiler, iki taraf arasındaki diplomatik ittifakla ilgilidir. Oysa iki taraf arasında bir de son derece önemli askeri ittifak söz konusudur.
Keşmir'e Karşı Hindistan-İsrail İttifakı
İsrail dünyanın dört bir yanındaki baskıcı rejimlere türlü şekillerde destek vermektedir. İsrailli yazar Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection adlı kitabında bunu bir "global strateji" olarak yorumluyordu. Bu "global strateji", Üçüncü Dünya'nın dizginlenmesi ve radikal bir hareket geliştirilmesinin önlenmesi hedefine yönelikti.
Kuşkusuz bu radikal kelimesi ile kast edilen, son dönemde dünyanın en önemli Düzen-karşıtı hareketi olarak gösterilen İslam'dır. Dolayısıyla İsrail'in Düzen'i korumaya yönelik global stratejisi, en başta İslam'ı hedef almak durumundadır. Dünya Müslümanlarının pasifize edilmeleri, baskı altında tutulmaları, asimile edilmeleri İsrail'in başlıca hedefi olmalıdır. Öyledir de... Bugün İsrail, dünyanın dört bir yanındaki İslam-karşıtı güçlere destek vermekte, onlarla ittifaklar kurmakta, bir tür "global anti-İslami cephe" oluşturmaya çalışmaktadır. Bu cephe yalnızca Ortadoğu coğrafyası ile sınırlı değildir; tüm dünyayı kapsamaktadır. (Ayrıntılı bilgi için Bkz. Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, Global Yayıncılık)
Keşmir, İsrail'in İslam'a karşı oluşturmaya çalıştığı ittifakın yoğun bir şekilde faaliyet yürüttüğü bölgelerden biridir. Sahip olduğu yeraltı zenginlikleri, stratejik konumu, Pakistan ile olan yakınlığı, Pakistan'ın sahip olduğu nükleer güçler ve güçlü bir Müslüman topluluğunun varlığı İsrail'in Keşmir'de dikkatini yoğunlaştırmasının başlıca nedenleri arasında sayılabilir. İsrail Devleti, Amerika'daki yahudi lobisine paralel olarak, Keşmirli Müslümanların bağımsızlık hareketine karşı Hindistan'a büyük destek vermektedir. Bu destek, Hindistan'a yapılan büyük silah yardım ve satışlarını; Hindistan gizli servisi ve özel timlerinin "ayaklanmaları bastırmak" konusunda eğitilmelerini içermektedir. İsrailliler Filistinlilere karşı yarım yüzyıldır sürdürdükleri soykırım ve işgal altında tutma politikaları nedeniyle, halk ayaklanmalarını bastırmak, halkı işkence, psikolojik savaş ve sistemli terör yoluyla pasifize etmek konusunda uzmandırlar. Bu uzmanlık, başka pek çok baskıcı ve İslam-aleyhtarı rejime olduğu gibi Hindistan'a da ihraç edilmektedir.
İsrail'in Hindistan'a Verdiği Örtülü Destek
İsrail'in Hindistan'a verdiği destek ile ilgili haberler, dünya basınına ilk kez 1960'lı yılların sonunda yansımıştı.(6) Buna göre İsrail, Hindistan'a büyük oranlarda silah yardımı yapıyordu. Bu yardımın en önemli kısmını, İsrail'in 120 mm.'lik son derece kullanışlı ve etkili havan topları oluşturuyordu. Ancak haberde de belirtildiği gibi uzunca bir süredir devam eden bu tür askeri yardımlar son derece "gizli"ydi.
Soğuk Savaş dönemi boyunca Hindistan ve İsrail arasında özellikle istihbarat, savunma ve nükleer araştırma alanlarında yakın bir işbirliği devam etti. Hint ve İsrail askeri yetkilileri yıllardır karşılıklı ziyaret geleneğini sürdürdüler. Her iki ülke birbirinden askeri malzeme satın alıyordu. 1963'te Albay M. M. Sindhi, Hindistan'ın ihtiyaç duyduğu İsrail silahlarını tespit etmek üzere İsrail'e gitmiş ve 2 ay Hayfa'da kalmıştı. Bu ziyaret Hindistan'ın kuzeydoğu eyaletlerinin Çin tarafından işgal edilişinden hemen sonraydı. Hindistan-Çin savaşı sırasında ortaya çıkan İsrail casusluk skandalının anahtar ismi Rama Sawarup'un açıklamasına göre, 1963 yılında İsrail askeri istihbarat şefi Hindistan'a davet edilmişti. Bunun nedeni, kötü durumda olan Sovyet silahları konusunda İsrail'den yardım istenmesiydi.
1965 Hindistan-Pakistan savaşı sırasında ise İsrail askeri uzmanları, Askeri İstihbarat şefi başkanlığında Hindistan'ı ziyaret ederek, Pakistan'ın elinde bulunan Amerikan silahları konusunda Hintlilere bilgi verdiler. 1967 İsrail işgali sırasında da Hindistan taktik ve alınan sonuçları incelemek üzere İsrail'e askeri uzmanlarını gönderdi. İsrail 1971'de Bangladeş'in kurulmasıyla sonuçlanan Hindistan-Pakistan savaşı sırasında da Hindistan'a silah yardımı yaptı. Batı basınında yer alan haberlere göre merkezi Toronto'da bulunan İsrail şirketi Levy, "oto yedek parçaları" görüntüsü altında 1981'de Hindistan'a 3.000 ton tank parçası sağladı.
Hindistan ve İsrail arasındaki gizli ittifak, nükleer silahları da içeriyordu. İsrailli yazarlar Dan Raviv ve Yossi Melman'ın yazdıkları ve Mossad'ı konu edinen Every Spy a Prince (Her Casus Bir Prens) adlı kitapta iki ülkenin nükleer alandaki işbirliğine değiniliyor. Victor Ostrovsky'nin bildirildiğine göre, Hindistan 1984 yılında Pakistan'ın atom bombası yapmasından endişe ederek İsrail'den yardım istemişti. İsrail Hindistan'ın bu isteğine olumlu cevap vermiş ve iki ülke arasında gizli bir anlaşmaya varılmıştı. Bunun ardından 2 Hindistanlı nükleer fizikçi, nükleer bomba ve füze başlığı yapımında uzmanlaşmak için İsrail'e gitmişlerdi. İsrail, kendisinin 1981'de Irak'ın nükleer santral inşaatına yaptığı saldırının bir benzerini Pakistan'daki nükleer santrala yapması için, Hindistan'a teknik bilgi aktarmıştı.(7)
Uzun süre gizlilik içinde yürütülen bu ilişkiler, 1990'lı yıllarda iyice ortaya çıktı. Amerikan kökenli News India gazetesinin verdiği bir haberde, İsrail Gizli Servisi Mossad'ın uzunca bir süredir Hindistan gizli servisi RAW'ın elemanlarını eğittiği ortaya çıkarılmıştı. Mossad'ın Hintli meslektaşlarına verdiği eğitimin konusu ise "halk ayaklanmalarının bastırılması", yani Keşmir'in bağımsızlık mücadelesinin yok edilmesi yönündeydi. Habere göre, İsraillilerin eğitiminden geçmiş yüz kadar RAW ajanı, Keşmir'de faaliyet gösteriyordu.(8)
1993 yılında İsrail ve Hindistan arasında imzalanan bir protokolde, Hint ordusunun İsrailli askeri uzmanlar tarafından eğitilmesinin kararlaştırılmış, özellikle de Keşmir'deki Hint birliklerinin İsrailli komando birliklerinin eğitiminden geçirilmesine karar verilmişti.(9) Keşmirli Müslüman milislerle yapılan bir röportajda ise söz konusu milisler, İsraillilerin Sirinagar bölgesine kurdukları 3 eğitim kampında Hint askerleri eğittiklerini haber vermişlerdi.(10)
İsrail uzmanı Jane Hunter'ın yazdığı bir makalede ise "Amerikan kaynaklı çeşitli raporlara göre Hindistan-İsrail yakınlaşmasının anti-İslami bir tabanı olduğu" haber veriliyor ve ayrıca Hindistan Savunma Bakanı Pawar'ın, Hint ordusunun İsrail tarafından eğitileceğini bildiren açıklamasına dikkat çekiliyordu.(11)
Keşmir Sorununda Gelinen Nokta
Sonuç olarak, Keşmirli Müslümanların yarım yüzyıldır yalnızca Hindistan'la, ya da radikal Hindu örgütleriyle değil, aynı zamanda ABD ve İsrail'le de savaşmakta olduğunu söyleyebiliriz. İslam'ın Düzen'in tek düşmanı olarak açıkça ilan edilmesinden sonra söz konusu ittifak daha da belirginleşmiş ve güçlenmiştir. Ve tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de türlü propaganda yöntemleriyle Keşmir ve bölgesinde yaşananlar insanlara çok farklı şekilde aksettirilmektedir. Hint zulmüne karşı direnen, kendi topraklarında barış içinde yaşamak için mücadele veren Keşmirliler dünyaya radikal gruplar olarak tanıtılmakta, Hindistan ise radikal gruplarla mücadele eden bir ülke olarak gösterilmektedir. Pakistan'ın ise radikal grupları desteklediği, eğer Pakistan'ın telkin ve kışkırtmaları olmasa Keşmir ve Hindistan arasındaki sorunların kısa sürede aşılacağı iddia edilmektedir. Bu nedenle de asıl sorunlara neden olarak Pakistan gösterilmekte ve bu ülkelerin batılılar tarafından güçlü bir şekilde baskı altına alınmasının sorunları çözmede yardımcı olacağı söylenmektedir.
Aslında bu Hint-İsrail-ABD üçgeninin Keşmir üzerindeki politikalarının yeni çizgisidir. Pakistan'ın ambargo tehditleriyle, terörist ülke listesine dahil edilmekle ya da batılı ülkelerin yüklü kredileriyle Keşmir davasından uzaklaştırılması, yalnız kalan Keşmir kalesinin de bir hamlede düşürülmesi�
Yarım asra yakın bir zamandır Hint zulmüyle karşı karşıya kalan Keşmir halkının tek dileği dinlerini rahatça yaşayabilecekleri, insanların sadece Müslüman oldukları için zulüm görmeyecekleri, çocuklarını barış ve güven içinde büyütebilecekleri bir toprağa sahip olmaktır. Bizlerin dileği ise batılı ülkelerin planlarından hiçbirinin hayata geçirilememesi ve Müslümanların geçmiştekinden çok daha güçlü bir şekilde Keşmir davasına sahip çıkmalarıdır. O topraklarla güçlü bir manevi bağı olan Türk milletinin de cesur ve uzak görüşlü politikalarla Keşmir sorununun çözümünde çok önemli katkıları olabilir. Ancak bunun için Türk-İslam bilinci içinde davranmak ve lider bir ülke olmanın gereklerini yerine getirmek gereklidir. 21. asrın Türk asrı olması atılacak güçlü adımlara bağlıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder